Çayın gücü
Pandemi ve deprem döneminde, ailecek, küçük bir bağ evi inşa etmeye karar verdik. Hızlıca, proje çizildi, ekipler kuruldu ve pandeminin zor şartlarında inşaata başlandı.
İnşaata gelen, kuyucu, kalıpçı, demirci vb. her ekip, kendi aracı ya da araçları ile geliyordu. Bir gözlem yaptım ve gelen her araçtan ustalar inerken, mutlaka bir tane de çay semaveri ve beraberinde, çay, şeker, cam bardaklar, 5–10 lt su indiriyordu. İstisnasız her ekip aynı malzemeleri taşıyordu. Ekibin bir üyesi çay yapımından sorumlu olmakla birlikte, diğerleri, gözucu ile ya çayı takip ediyor ya da çayın durumunu soruyorlardı. Yani, çay yapımı sıkı bir denetim altındaydı. “Çay Hazır.” dendiğinde de herkes, elindeki keskiyi, keseri çiviyi bırakıp, bir tuğla ya da taş üzerinde çayını içmek için konuşlanıyordu. Çay içmeyen bir ustaya da bugüne kadar rastlamadım. Bazen çayın durumu hakkında yorumlar yapılsa da averaja bırakılıp, yola devam ediliyordu. Gün içinde en az iki defa çay merasimi oluyordu.
Velhasıl anladım ki, çay, sadece bir içecek değildi. Çay, ara vermenin, sohbetin, işin gidişatı hakkında minik bir toplantının, bardak elde telefon görüşmelerinin, dinlenmenin sembolüydü, çok önemli bir aracıydı. Çaydan önce yapılacaklar, çaydan sonra yapılacaklar listelenerek, zaman yönetiminin de bir aracıydı.
Günün yorgunluğunu da çay sırtlıyordu adeta. Ve günün sonunda da, herkes biribirine, “semaveri aldın mı?” diye ikaz ediyordu. Gün bitse de ertesi gün başka yer de işler devam edecekti.
Gönül ne çay ister ne çayhane, gönül sohbet ister, çay bahane. Boşa dememişler, oksijen olmasa olur da, çay olmasa napardık. Çay içmeyi psikolojik açıdan da incelemek gerek.