İçerik üretimi

Filozoflara bakıyorum.

Diyojen mesela.

Dünyanın halen bile en tanınmış kişilerinden biri. Yaşadığı dönemde, bundan yüzlerce yıl önce, dünyanın, belki de en fakir insanlarından biri. Bunu, biraz da ultra marjinal kişiliğiyle, kendi istiyor ve kendi tercih ediyor. Aristippos, kendisine felsefeden ne kazandığını sorduğunda, “Tek bir kuruş sahibi olmadan, zengin olmak.” cevabını veriyor. Kadere teşekkür ediyor olmasını da felsefeye bağlıyor. Nitekim, Nietchze gibi bir çok filozof kaderini seviyor, teşekkür ediyor ya da en azından isyan etmiyor kaderine.

Her filozof, kendinden önceki filozofu çalışıyor. Bugünün deyimi ile literatür araştırması yaparak, kim? neyi?, nerede?, nasıl bulmuş? ve hepsinden önemlisi de ne bulmuş?

Bunu ortaya çıkardıktan sonra, kendisi bilgi üretiyor, bilgeliğe erişiyor ve bilgelik sevgisi olan felsefeyle bizleri tanıştırıyor. Bu aslında, pozitif bilimlerde de böyle.

Bunları niye anlatıyorum. Bugüne kadar, lise tabiriyle, “sayısalcı” biri olarak, psikolojiye biraz ilgi duysam da üniversite sınavlarında çıkmadığı için, felsefe ve sosyolojiden hep uzak durdum. Sanki üniversite sınavında çıkmayacak diye, hayatta da bu soruların karşımıza çıkmayacağını düşündüm. Anlamaya çalışmadım bile. Bunu yaparsam, bana lazım olmayacağını düşündüm ve kulaktan dolma bilgilerle yetinmeye çalıştım. Bunlardan birisi de şüphesiz yabancı dil ya da ingilizce. Neyse konumuzu dağıtmayalım.

Son zamanlarda, içerik üreticileri sayesinde felsefeye ilgi duymaya başladım. Özellikle, Linkedin ve youtube kanallarındaki felsefik konular içeren paylaşımlar sayesinde, felsefik okumalar içerisinde buldum kendimi.

Yüzlerce yıl önce yaşamış filozofların felsefesi, bugün ki tabiri ile ürettikleri içerikler sayesinde bugüne geldi. Ama nasıl geldi? Yine, Diyojen’ e dönecek olursak, onun Büyük İskender’e söylediği, meşhur, “Gölge etme başka ihsan istemem.” sözünü, hemen herkes, hayatında en az bir defa kullanmıştır diye düşünüyorum.

Eğer, bu filozoflar, bugün ki şartlarda, yaşasalardı, muhtemelen sosyal medya aygıtlarını kullanarak, paylaşımlar yaparlar, bir başka tabirle, sadece olanı değil de yaratıcılıklarını da kullanıp, içerik üretirlerdir. Peki bu denli kalıcı olur muydu? Felsefe tarihi yazanlar, sosyal medyayı kazdıklarında ne bulabilirdi. Bulutta saklı, şifrelerle korunan ya da korunamayan bilgilere nasıl ulaşabilirdi? Bu denli kalıcılığı mümkün olabilir miydi? Elbette belki de, bu üretilen bilginin kalıcılığı, filozofların marjinal yaşamlarında, yazdıkları kitaplarda ve nesilden nesile aktarılan sözlerde gizliydi.

Bilginin kalıcılığında, dijital ortamlardan ziyade, basılı kitapların çok daha etkin olduğu düşünülebilir.

Biri bir içerik paylaştığında, beğeniyorsunuz. Paylaşan kişi, aynı içeriği, bir kaç ay sonra paylaştığında, kendisi söylemese, o kişinin o paylaşımı daha evvel paylaştığını hatırlamayabiliyorsunuz. Eğer, o paylaşıma anlam katamamışsanız daha uzun bir kelime ile anlamlandıramamışsanız, hatırlamanız çok güç.

İşte belki de filozofların ürettikleri içeriklerin günümüze gelmesinde, felsefe tarihi kitaplarında yazılmasının temel nedeni de sözcüklerine tıka basa anlam yüklemiş olmaları.

Velhasıl, bilgiyi üretmek de, korumak da, iletmek de hiç kolay değil.

https://www.instagram.com/hakanf.oztop?igsh=MWxoZTZrdmV1OGozNA%3D%3D&utm_source=qr

--

--

Hakan F. Öztop, ArGe, Proje, İnovasyon, makale,

Academician, R&D, loneliness researcher, yalnızlık araştırmacısı, #innovation, #CFD, academicalcareer coach, www.hakanfoztop.com